9 Ekim 2011 Pazar

Binbaşı Ferenc Puskas

Okullarımızda öğrenciler tarafından en sevilmeyen,en zorlanılan dersler arasında Tarih dersi başı çekmekte.Binüçyüzbilmemkaçta falanca savaş oldu,sonrasında şu anlaşma imzalandı,bilmemkimamcanınoğulları beyliğine son verildi,parlaklılar devleti en parlak dönemini yaşadı seyriyle takip edilen bir dersten fazlasını beklemek olanaksız.Ancak yaratılış itibariyle her halta meraklı olan ben gibi anormal insanlar bu dersi sevebiliyor.Sevenlerin de tarihi anlayışı yukarıdaki uzun cümlemin pek dışına çıkmıyor.


Ben bu blogta bu anlayışın dışında birşeyler yazmak istedim hep.Bununla birlikte tarihin konusunun çok kapsamlı olduğunu düşündüğüm için geçmiş ile ilgili çok farklı dallarda yazılar yazmaya çalışıyorum.Bu yazıda da amacım spor tarihini ve bu tarihin çok önemli karakterlerinden birini incelemek.Ferenc Puskas!




Yaşadığımız günlerde futbolseverler tarafından sıklıkla kullanılan bir cümle:Messi ve Ronaldo gibi futbolcuları izleyebildiğimiz için çok şanslıyız!Geçmiş dönemlerde de eminim pek çok topçu için bu cümle kullanılmıştır.Maradona,Van Basten,Gullit,Zidane,Pele,Zico,Hagi,Rummenige,Roberto Baggio ve daha niceleri... 1950'li ve 60'lı yıllarda bu cümlenin Binbaşı Ferenc Puskas için sayısız kez kullanıldığı şüphesiz.


2 Nisan 1927'de dünyaya gelen efsanevi Macar futbolcu çok küçük yaşlarda futbola başladı.12 yaşından önce sözleşme imzalayamayacağı için Ciklos Kovacs takma ismiyle oynadığı ve babasının teknik direktörlüğünü yaptığı Kispest AC, ilk takımıydı.1949'da Macar ordusu tarafından el konulup adı Honved FC olarak değiştirilen takımda 1955 senesine kadar top koşturdu.Honved takımının 5 lig şampiyonluğu kazanmasında en büyük pay sahibi oldu.1947/48,1949/50,1950 ve 1953 senesinde gol kralı oldu.1948 senesindeki gol krallığı akıl almaz istatistiklerinin ilkidir.Bir sezonda 50 gol!Bu rakam onu aynı sene Avrupa gol krallığına taşıyordu.1956 yılında Honved Avrupa kupası maçında Athletico Bilbao deplasmanında iken ülkesi Sovyetler Birliği tarafından askeri müdahaleye uğradı.Takımın oyuncuları ülkelerine geri dönmediler.Böylece Puskas'ın Macaristan kariyeri bitti.Uzun yıllar da ülkesine dönemedi.




Puskas bu durumda futbol oynamak için Batı Avrupa'ya yöneldi.Espanyol takımı ile gayrıresmi maçlara çıktı ancak,ülkesine dönmediği için FIFA tarafından 2 yıl futboldan men cezası aldı.Puskas'ı izleyebilen şanslı nesil 2 yıl büyük futbolcudan mahrum kaldı.Cezası bitince 31 yaşına gelmiş olan Puskas kulüp aramaya başladı.Uzun süre üst düzey bir takımla(aşırı kiloları nedeniyle)sözleşme imzalayamadıysa da 1958'de Real Madrid'le sözleşme imzaladı.Günümüz futbolunda bile bu yaştaki topçulara burun kıvrılırken Real Madrid riskli ama sonucunda büyük kazanç sağladığı bir kumar oynadı.


Puskas'ın efsaneleştiği dönem 1958-66 yılları arasındaki Real Madrid dönemidir.Puskas'ın ruh ikizi olduğu söylenen ve İspanyollara göre gelmiş geçmiş en büyük futbolcu olan Di Stefano ile birlikte mükemmel bir ikili oluşturdu.Bu ikilinin Real Madrid'e kazandırdığı başarılar şunlar:3 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası(1959,60,66),1 Kıtalararası Kupa(1960),5 İspanya Lig Şampiyonluğu(1961,62,63,64,65)1 İspanya Kupası(1962).Ayrıca Puskas İspanya Liginde de 4 kez gol kralı olmuştur.



Puskas'ın milli takımlar(Kariyerinin sonlarına doğru İspanya milli takım forması da giydi)kariyeri de oldukça parlaktır.Puskas'ın yanısıra Zoltán Czibor, Sándor Kocsis, József Bozsik  gibi dönemin ünlü yıldızlarının da bulunduğu kadro,otoriteler tarafından "Altın Kadro" olarak tanımlanmıştır.Bu kadro 1952 Olimpiyat Şampiyonluğunu kazanmış 1954'te Dünya Kupası finalinde Federal Almanya'ya hakemin yanlı kararlarıyla 3-2 yenilmiştir.(Puskas sakat oynamasına rağmen 1 gol atmış,maçın sonlarında 1 golü ofsayt gerekçesiyle sayılmamıştır)Bu  maç Macaristan'ın 2009 yılına kadar kırılamayan 32 maçlık yenilmezlik rekorunun da sonu olmuştur.Bu 32 maçlık serinin içinde İngiltere'nin Wembley stadındaki ilk yenilgisi de bulunmaktadır.6-3 biten maçın öncesinde İngiliz milli takım kaptanının Puskas için "Şu ufak,şişman delikanlıya da bakın.Sahada onu yok edeceğiz" şeklinde bir cümle kullanması onun için büyük talihsizlik olmuştur.


Gerçekten fazla kilolu ve kısa boylu bir yapıya sahip olmasına rağmen Puskas muhteşem sol ayağı sayesinde amiyane tabirle hayvani istatistiklere ulaşmıştır.Kispest:177 maç 187 gol,Honved:164 maç 165 gol,Real Madrid:182 maç 157 gol,Macaristan Milli Takımı:85 maç 84 gol.Kariyeri boyunca toplamda 533 maç 511 gol.Futboldan az çok anlayan bir kişi maç başına neredeyse 1 gol ortalamasının ne kadar inanılması zor bir ortalama olduğunu idrak edebilir.Bunların içinde Avusturya milli takımına karşı atılan 6 gol,1960 Şampiyon Kulüpler kupası finalinde atılan 4 gol ve sayısız hat-trick bulunmakta.Görünen o ki uzaylılar futbola Messi'den çok daha önce lejyonerler göndermiş:)


1966 yılında futbol hayatına nokta koyan Puskas Macaristan ve Suudi Arabistan milli takımları,Panathinaikos,AEK gibi takımlarda teknik direktörlük de yapmıştır.IFFHS tarafından 100 yılın en iyi gocüsü seçilen Binbaşı 17 Kasım 2006 yılında ebediyete intikal etti.Ancak anısı halen gerek Fifa,gerek Real Madrid kulübü tarafından yaşatılmakta.

Yazımızı efsanenin futbol oynamanın amacını açıklayan ve tüm günümüz futbolcularına ders olması gereken bir ifadesi ile noktalayalım:"Eğer kötü oynuyorsan o seni alkışlayan ellerin bir anda sana sıkılan yumruklara dönüştüğünü görürsün.Kesinlikle kızmayacaksın,gücenmeyeceksin ve yıkılmayacaksın.Yapacağın tek şey var.Daha çok çalışacaksın ve yeniden o yumrukların alkışa dönüşmesini sağlayacaksın.Futbolun değişmez yasası budur!"


Not:Yukarıda da bahsettiğim gibi Honved takımı Macar ordusunun kontrolündeydi.Ordu başarılı futbolculara rütbeler veriyordu.Puskas bu sayede binbaşılığa kadar yükseldi.


Not 2:1956 yılında Puskas'lı Macaristan milli takımı bir turnenin son ayağında ülkemiz Milli takımı ile maç yapmak için Türkiye'ye gelir.Milli takım o zaman dünyanın en iyi takımı olarak görülen Macaristan'ı 3-1 yener.Hala daha futbolumuz o maçı milli takımın en büyük başarılarından biri sayacak düzeydedir.




7 Ekim 2011 Cuma

Kolomb Öncesi Amerika'ya Göçler

Bize hep Amerika'yı İlk Kristof Kolomb ve İspanyolların keşfettiği anlatıldı.Hatta hala pek çok kişi öyle olduğunu biliyordur.Ama gerçek bu değil.Amerika'ya Kolomb öncesi Amerika yerlileri dışında pek çok topluluğun göç ettiği düşünülüyor.Türkler,Moğollar,Japonlar,Çinliler,Etrüskler(ya da Mısırlılar),Vikingler,1 Galyalı prens ve müslüman Arapların göçlerine dair teoriler ve bulgular var.Bunlardan Vikinglerle ilgili olanları dışında çok kesin bulgular değil ama özellikle Türk-kızılderili kültür benzerliği Türklerin Amerika'ya göç ettiğini düşündürüyor.

Tarihçilerin Amerika yerlilerinin varlığını göçlere bağlıyor olmasının nedeni Amerika kıtasında insanların sanki birdenbire ortaya çıkmış olmasıdır.M.Ö. 40000'lerden öncesine dair insan kalıntıları bulunamamış ve özellikle Avrupa ve Asya'da olduğu gibi insanımsı ve neandertal kalıntıları yoktur.Bu durum ve bazı bulgular tarihçileri göç teorileri üretmeye itmiştir.

İlk göçlerin M.Ö.30000 lerde başladığı tahmin ediliyor.Bering boğazının o zamanlarda buzul yada kara olduğu düşünülüyor ve ilk göçmenler bu yolla Amerika'nın ilk yerlileri oluyor.Daha sonra buzullar el verdikçe daha güneye iniyorlar.Ancak M.Ö.9000'lerde gelen Eskimo ve Aleut'lar kuzeyde kalıyorlar.Bering yoluyla gelenler mongoloid tipte Asya insanları.Genel eşkalleri kızıla yakın bakır ten,hafif çekik ve kara gözler,kara ve düz saçlar,çekik elmacık kemikli ve keskin burunlu köse yüz,mezosefal ya da brekisefal kafa ve orta boy.Bu ilk gelenler günümüz kızılderililerinin de atalarıdır.Bering yolu dışında iki yolla daha göç olduğu ileri sürülüyor.Biri Pasifik Okyanusu yoluyla Güney Asya ya da Polinezya'dan Güney Amerika'ya-ki bu teori ile ilgili bulgular çok az-,ikincisi Akdeniz'den Cebelitarık'ı aşarak Atlas yoluyla Meksika'ya.

1969 yılında ünlü Danimarkalı arkeolog Thor Heyerdahl RaII adını verdiği ilkel bir tekneyle Mısır'dan yola çıkar ve Meksika'nın Veracruz körfezine ulaşır.Amacı,M.Ö.1200 yıllarında aynı yolla Amerika'ya gidişin mümkün olduğunu kanıtlamaktı.Bunu başardı da.Kendisinin teorisi en akla yatkın teorilerden biridir.Ona göre Mısırlılar Amerika'ya gitmişti.Kızılderililerin piramit yapımını Amerika'ya giden Mısırlılar'dan öğrenmiş olduğunu düşünmüş olabilir.Ancak Ord.Prof.Dr.Reha Oğuz Türkkan bu göçün Mısırlılar değil Etrüskler tarafından yapıldığını söylemektedir.

K.Ö. Amerika'sına yapılan göçler teorilerinden en kuvvetli teoriler Türk göçü ile ilgili olanlardır.Buna neden olan Türklerle Kızılderililer arasındaki kültürel ve fiziksel benzerlikler.Dilde,efsanelerde,sanat eselerinde şaşılacak derecede benzerlikler vardır.Apayrı bir konu olduğu için kısa örnekler veriyorum.Ata,Tepe,kut gibi 320 tane kelime; Ergenekon-Kapaktokon destanları benzerliği;Navajo-Anadolu kilimleri benzerliği gibi.Bu konuda tartışılan Türklerin gidip gitmediği değil nasıl gittiği.M.Ö.3000 lerde İlk Türklerin ve ayrıca Hunlar,Göktürkler ve Uygurların gittiğine dair iddialar var.Bunlardan en doğruya yakını İlk Türk ve Hun göçleri gibi gözüküyor.Türklerin göç ettiklerine dair ayrı bir kanıtta normal kızılderili tipine benzemeyen insan fosilleri.Örneğin köse kızılderililere uymayan sakallı insanlar ve insan heykelleri ve kestane rengi saçlı(kızılderililer istisnasız kara) insan iskeleti.(Thor Heyerdahl'in Mısır göçü teorisinin dayanak noktalarından bir ayrıca fakat Mısırlılardada görülen bir saç rengi değil)Etrüsklerin Türk olduğunu düşünen tarihçiler kızılderililerdeki Türk izlerini Etrüsklere bağlarlar.Nitekim Reha Oğuz Türkkan'a göre Heyerdahl Atlas yolu hakkında haklıydı ama gidenlerin ırkında yanılıyordu.Ona göre Etrüskler Heyerdahl'ın gösterdiği Atlas yolundan giderek Amerika'ya ulaşmış ve orada K.Ö. Amerika medeniyetlerinin ilki olan Olmek medeniyetini kurmuşlardır.Amerika'daki Türk izleride onlardan kalmadır.

İncelenmesi gereken bir diğer göç,aslında göç olarak adlandıramayacağımız Vikinglerin Amerika'yı keşfi.Grönland adası şeflerinden kızıl Eric yolunu kaybettiği bir gün ormanlarla kaplı bir ada bulur.Ancak orasının Grönland olmadığını anlar ve geri döner.Babasından bu karayı duyan Leif Ericsson 1001 yılında 35 kişilik mürettebatıyla Amerika'ya yeniden gelir,Boston'un kuzeyindeki New Fondland'a çıkar.Daha sonra 1009 ve 1012 yıllarında tekrar Amerika'ya seferler düzenlerler ve kısa süreli bir kolonide kurarlar.Kızılderili köyleriyle karşılaştıklarında köyde 1 kişi dışında herkesi öldürürler.O kişininde dilini ve kulağını kesip serbest bırakırlar ve bir dahaki köye gideeğini bilip izlerler.Bir dahaki köyde yeni bir katliam başlar.Neyse ki az sayıda olmaları kolonilerinin başarısız olmasına neden olur ve kızılderililerin katliamları 450 sene kadar ertelenir.Vikinglerin keşfi ile ilgili küçük bir anektodta Amerika'nın ilk isim babası.Vikinglerin arasında bulunan,Macar ya da Türk olduğu tahmin edilen Tyrker(Tirker). Amerika'ya Vinland(üzüm diyarı) adını vermiştir.2007 yapımı "Pathfinder" isimli film Vikinglerin Amerika serüvenini ve uyguladıkları vahşeti açıkça anlatmaktadır.

Amerika'dan Asya'ya yapıldığı düşünülen göç hakkında da bir teori vardır.Alman araştırmacı Hans Breuer Pasifik yoluyla ters istikamette bir göçün olduğunu ve bu göçle Olmek ve Chavin kültürlerinin Çin'e gelerek Çin'in ilk sülalesi olan Çu hanedanını kurduğunu ileri sürmektedir.Ancak bu teori kabul görmemiştir.

Bunların dışında muhtelif Amerika'ya gidişler vardır.Çinli gezginlerin,Japon ve Fenikel denizcilerin denizde yollarını kaybederek,Galyalı bir prensin ve müslüman Arapların Amerika'ya gittikleri düşünülür ama gerçek olsa bile bu keişfler yeni kıtada herangi bir sonuca yol açmamıştır.

Amerika'ya çok eski zamanlardan beri farklı kavimlerin göçlerinin olduğu gerçektir ama ne zaman,nasıl olduğu kesin olarak söylenemiyor.Ancak bu göçlerin K.Ö. Amerika'sının kültürel açıdan zenginleşmesini sağladığını ve büyük uygarlıklar kurulmasını etkilediğini söyleyebiliriz.Son olarak Amerika'ya Avrupalılar gelip Amerika'nın tarihini tamamen değiştirmişlerdir.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Daidalos ile İkaros

Yunan mitolojisindeki efsaneler,mitler ve hikayeleri okumayı severim.Kendi kültürümüzün mitolojisini hem benim hem de genel Türk toplumunun çok az bilmesini her zaman yadırgamışımdır.Yazılı edebiyatımızın geç başlamış olması ve uzun süre gelişmemesi,Osmanlı döneminde dahi genel Türk tarihi konusunda araştırma yapılmaması sanırım bu eksikliği doğuran sebepler.Cumhuriyet dönemiyle başlayan tarih ve mitoloji araştırmalarımız malesef kitlelere ulaşamamıştır,fakat Yunan mitolojisi ile ilgili en ayrıntı öyküler bile tarihe meraklı kişiler tarafından çok iyi bilinmekte.Yaşadığımız coğrafyada bu efsanelerin yaşanmış olması belki buna bir sebep.Buna karşın en basitinden tek bir Dede Korkut hikayesini bilen insanlar ne kadardır diye bir araştırma yapsak bile muhtemelen korkunç bir sonuçla karşı karşıya kalırız.

Bu özeleştiriyi yaptıktan sonra şimdi kendimle çelişme zamanı:) Ansiklopedi karıştırma döneminden hatırladığım Daidalos ile oğlu İkaros'un hikayesi en sevdiğim Yunan mitolojisi hikayelerindendir.Bir süre önce okuduğum bir kitap bu hikayeyi bana anımsattı.Çok fazla okuyucuya ulaşmış kısa süreli gaz verici kitaplardan biri.Hani bu kişisel gelişim kitapları dedikleri.Tek bir sayfa ile anlatılacak bir fikri 250-300 sayfa tekrarlaya tekrarlaya anlatan kitaplar:)Bahsettiğim kitabında anlattığı tek fikir için kullandığı sayısız örnekten biri Daidalos ile İkarosun hikayesiydi.Yazara göre başarıya ulaşmak için Daidalos gibi ne zaman ne yapılması gerektiğini bilen,analitik düşünen ve gereksiz risklere girmeyen birisi olmak gerekiyordu.İkaros gibi daha fazlası için riske giren,kısa süreli bir yükselişten sonra dibe batan kişiler başarısız oluyordu.Saygıdeğer kişisel gelişim uzmanımızın geçerli bir örnekleme yapıp yapmadığını görmek için Daidalos ile İkaros'un dramatik hikayesine bakalım:

Antik Yunan'ın önemli şehir devletlerinden Girit'in tahtı için iki kardeş mücadele etmektedir.Tanrı Poseidon Minos'a bu mücadelede yardım eder ve Minos Girit kralı olur.Ancak kral Poseidon'a kalleşlik yapar ve kızgın Poseidon'da Minos'un karısının bir boğaya aşık olmasını sağlar.Bu aşkın meyvesi Minotaurus isimli yarı insan yarı boğa,garip bir yaratıktır.Kral Minotaurus'u saklamak için mimar Daidalos'tan bir yapı inşa etmesini ister.Daidalos Labiranthos'u inşa eder.Labirent bizim bulmacalardaki labirentler gibi değil tabii giren çıkamamaktadır.Kral her sene Minotauros'a halkından yedi kadın yedi erkek kurban vermektedir.Artık kurban vermek istemeyen halk adına Theseus Girit'e gelir ve Daidalos'un yardımıyla labirentteki Minotauros'u öldürür.Kralın kızı Theseus'a aşık olmuştur.Ancak kral bende sana verilecek kız yok şeklinde tepkisini koyar.Theseus'ta ben almasını bilirim diyerek Daidalos'un yardımıyla kızı Girit'ten kaçırır.Kralda sinirini Daidalos ve oğlu İkaros'tan çıkarır.İkiside kimsenin çıkamadığı labirente hapsedilir.Mimar Daidalos çok zeki bir insandır.Labirentten kaçmak için dahiyane bir fikir üretir.Kuş tüylerini balmumu ile yapıştırarak(balmumunu nereden bulduğunu kurcalamayın)oğlu ve kendisi için kanatlar yapar.Uçmadan önce oğlu İkaros'a teknik,taktik bilgileri verir.Alçaktan uçarsan kanatlar nem kapar uçamaz denize düşersin,yüksekten uçarsan güneş balmumunu eritir uçamaz denize düşersin.Daidalos'un kısa eğitiminden sonra baba ve oğul uçarak Ege denizininin karşı kıyısına ulaşmayı çalışır.Daidalos başarılı olur.Çok dengeli uçarak karşı kıyıya ulaşır.Ancak İkaros kendini uçmanın zevkine öyle kaptırmıştır ki babasının söylediklerini unutur.Daha yükseğe,daha yükseğe çıkar.Güneşe ulaşmaya çalışır.Ama Daidalos haklıdır ve İkaros Ege Denizi'nin dibini boylar.

Hikaye bu.Gerçektende kişisel olarak geliştim hikayeyi tekrar okuyunca:)Bence anlatılmak istenen için güzel bir örnek olmuş.

30 Eylül 2011 Cuma

LZ 129 Hindenburg

Birçok tarihçi,tarihi olayları aktarırken -se,-sa ekinin kullanılmasının yanlış olduğunu söyler.Acaba şöyle olsaydı,bu yaşanmamış olsaydı,x savaşını kazansaydık ya da falanca şehzadeyi babası öldürtmeseydi gibi.Bunun yanlış olduğunu düşünenlere çoğu durumda hak versem de(işi abartıp -se -sa eklerinin üzerine kurgular yapıp kitaplar yazanlar var-Alternatif Tarih-)bazı durumlarda yaşanmış olayın önemini anlatmak için bu ekler çok kullanışlı olduğunu düşünüyorum.LZ 129 Hindenbrug'un hikayesinde olduğu gibi.

Wright kardeşlerden çok önce göklere balonlar ve zeplinler hükmetmekteydi.Mongolfier kardeşler 1783'te ilk kez insanoğlunu sıcak hava balonlarıyla göklere çıkarmıştı.28 Kasım 1852'ye gelindiğinde ise Fransız mühendis Henri Giffard buhar gücüyle çalışan basit bir hava aracı ile Paris'ten havalanıp 30 km uzaklıktaki Trappes'e uçmayı başardı.128 metre uzunluğundaki ve 11 metre çapındaki ilk zeplin ise 2 Temmuz 1900 tarihinde göklerdeydi.Sonraki senelerde de zeplinlerle başarılı uçuşlar gerçekleştirildi ve zeplinler hem sivil hem askeri havacılıkta kullanıldı.Hatta 1.dünya savaşında Almanlar,Paris ve Londrayı zeplinlerle bombaladı.Savaş sonrasında da yaygın olarak kullanılan zeplinler okyanus aşırı yolculuklarla insanları uzak ülkelere taşımaya başladı.

1937 yılının 6 Mayıs günü,adını eski Almanya başbakanından alan Hindenburg zeplini,61 kişilik mürettebatı ve kişi başı 12 bin pound ödeyen 36 yolcusu ile birlikte Almanya'dan New Jersey'e ilerlemekteydi.Tarihin en büyük hava aracı olan ve çok konforlu dizayn edilmiş olan Hindeburg'un inişine çok kısa bir süre kala hiç beklenmeyen birşey oldu ve zeplin havada alev aldı.Kısa sürede kül yığını halini alan Hindenbrug beraberinde 36 cansız bedeni de götürdü.Facianın görüntüleri kaydedilmişti ve 74 sene sonra bugün bu görüntülere internette kısa bir arama ile ulaşmak mümkün.







Gelelim -se,-sa eki içeren cümlemize.Eğer Hindenburg faciası yaşanmasaydı belki bugün hala zeplinlerle yolculuk mümkün olacaktı.Hindenburg'un lüks dizaynı ve konforlu yolculuğunun ayrıntılarını gördükten sonra ben keşke diye düşündüm.Gerçekten de böyle bir yolculuk hoş olmaz mıydı?


Hindenburg'un büyüklüğünü gösteren güzel bir resim:)

28 Eylül 2011 Çarşamba

Romalılardan Kalma Lüks Konut

Birkaç gün önce haber siteleri ve gazeteler 2bin yıllık lüks konut şeklinde bir haber geçti.İzmir'de yaşayanlar bilir birkaç senedir Basmane civarlarında yoğun bir arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülmekte ve İzmir'de ortaya çıkarılan tarihi mirasa yenileri eklenmekte.Kazma vurulan her yerinden tarih fışkıran güzel ülkemde bu tip çalışmaların artarak çoğalması tüm tarih meraklılarının ortak temennisidir.Dokuz Eylül Üniversitesi desteği ile yapılan bu çalışmada meyvelerini fazlasıyla vermekte.Yrd. Doç. Dr.Akın Ersoy'a göre ilk kez şehir merkezinde bir konut alanına rastlanmış.Bu konut Romalılardan kalma,2bin yıl öncesine ait.

400 metrekarelik konutta mutfak,banyo gibi bölümler dahil olmak üzere pek çok oda ve iç bahçenin bulunduğu tespit edilmiş.Önce birleşik olarak yapılan mutfak ve banyo,daha sonra bir duvar ile ayrılmış.Demek ki bir evi inşa edip sonrasında memnun kalmayarak odalarına ekleme çıkarmalar yapmak çok eski zamanlardan kalma bir alışkanlığımız:)Çok zengin olduğu anlaşılan aile bu konutta köleleriyle birlikte kalabalık bir şekilde yaşıyorlarmış.



2bin sene sonrası İzmir sosyetesinin yaşam alanları epey değişmiş görünüyor zira kazının yapıldığı bölgede bu dönemde lüks konut bulmak imkansız:)

27 Eylül 2011 Salı

Hammurabi ve Yasaları

              20.yüzyılın son çeyreğinde Saddam Hüseyin’in kasıp kavurduğu,sonraki yıllarda Amerikan başkanlarının demokrasi götürerek özgürleştirdiği! ve bugün halen Amerika güdümündeki basiretsiz yöneticilerin yönettiği Mezopotamya coğrafyasına bundan yaklaşık 3800 sene önce İmparator Hammurabi hükmetmekteydi.Sümer ve Akad krallıklarının ardından bölgede etkili olan küçük şehir devletlerinden biri olan Babil’i idaresi süresince bilinen tarihin en eski emperyal güçlerinden biri haline getirdi.Sümer ve Akad uygarlıklarının kalıntılarından yeni ve bölgede uzun süre etkisini kaybetmeyecek bir uygarlığa ilk basamaklarını tırmandırtmayı başardı.Yani eldeki verilerden yaşamının askeri mücadeleler ve güçlü bir devlet teşkilatı  kurma çabaları ile geçtiğini çıkartabiliyouz.Hammurabi’nin bu güçlü imparatorluğu ortaya çıkarabilmesi,günümüzde en çok bilinen icraati sayesinde olmuştur.Hammurabi yasaları.

            Bize okullarımızda senelerce tarihin ilk yazılı hukuk kuralları olarak öğretilen yasalar aslında bu vasfa sahip değiller.Hammurabi yasalarından önce yine aynı bölgede Ur kralı Ur-Namnu kanun kitabı(M.Ö. 2050),Eşnunna kanun kitabı(M.Ö. 1930) gibi yasalarla bölgeye nizam verilmeye çalışılmış.Hammurabi yasaları da olasılıkla bu örneklerin devamı niteliğindedir.Ancak dünya çapındaki ününün sebebi günümüze kadar korunmuş olması(Louvre Müzesinde sergileniyor)ve 282 maddenin 30’u dışında tamamının biliniyor olmasıdır.Babil Uygarlığında bu yasalar tanrının sözü olarak kabul ediliyorlardı.Akad dilinde yazılan yasaların ilginç bir özelliği 13 numaralı maddenin bu sayının uğursuz olduğu inanışı sebebiyle atlanmış olmasıdır.Görünüşe göre 13 sayısının uğursuzluğunun sebebi 13.havari ya da 1453 yılının rakamları toplamının 13 olması değilmişJ

            Aşağıda yazılı olduğu kayanın resmi bulunan yasalardan birkaç örnek şu şekildedir:

            

30. Eğer bir kabile reisi ya da bir adam evini, bahçesini ya da arazisini terk eder ve ücret karşılığı kiraya verirse ve başka biri onun evinin, bahçesinin ve arazisinin zilyedi olursa ve onları üç yıl süresince kullanırsa onların ilk sahibinin geri dönüp evini, bahçesini ve arazisini geri istemesi halinde ona geri verilmez ve onların zilyedi olan ve kullanan kişi onları kullanmaya devam eder.
102. Bir tüccar yatırım için bir miktar parayı simsara emanet ederse ve simsar gittiği yerde bir miktar zarar ederse ana parayı tüccara vermek zorundadır.
127. Eğer her hangi bir kişi rahibelere (Tanrı’nın kızkardeşlerine) yada her hangi bir kişinin karısına iftira atarsa ve bunu ispat edemezse bu adam hakim huzuruna çıkarılır ve alnı işaretlenir (derisi çizilerek ya da belki de saçı kesilerek).
154. Bir adam kendi kızıyla ensest ilişki içine girerse bulunduğu yerden sürülür.
160. Eğer bir kişi kayınpederinin evine taşınır mal getirir ve karısı için başlık parası öderse ve ondan sonra kızın babası “Sana kızımı vermeyeceğim” derse kendisi ile birlikte getirdiği her şeyi geri götürür.
185. Bir adam bir çocuğu evlatlık alır ve oğlu olarak ona ismini verirse ve onu besleyip büyütürse büyümüş bu çocuk bir daha geri istenemez.
195. Eğer bir oğul babasına vurursa onun elleri balta ile kesilir.
196. Eğer bir adam başka bir adamın gözünü çıkarırsa onun gözü de çıkarılır. [Göze göz]
200. Bir adam kendisi ile eşit olan birinin dişini kırarsa onun da dişi kırılır. [Dişe diş]
199. Eğer bir adamın kölesinin gözünü çıkarırsa ya da kemiğini kırarsa onun değerinin yarısını öder.
209. Bir adam henüz doğmamış çocuğunu kaybedecek şekilde doğuştan özgür bir kadına saldırırsa onun kaybı için on şikel öder.
210. Bu kadın ölürse öldüren kişinin kızı öldürülür.

            Yasalarda aile hukuku,ticaret hukuku ve ceza hukuku kurallarına yer verilmiş olup, yasalar oldukça kapsamlıdır.Tarım ve ticaret ile ilgili çok sayıdaki yasa ile ekonomik hayatla ilgili önemli düzenlemeler yapıldığı görülüyor.Genelde yasalarda çok karmaşık durumlar örnek gösterilip,akabinde bu durumda neler yapılması gerektiği anlatılmaktadır(Madde 30).Yasaların koyduğu cezalar ise günümüz koşullarına göre oldukça ağır gözüküyor.Cezalandırmada temel prensip kısasa kısas(Madde 196 ve 200).Ölüm veya herhangi bir organın kesilmesi gibi sert cezaların yanı sıra kişilerin onurlarını zedeleyici,küçük düşürücü cezalandırmalar da bulunmaktadır(Madde 127).Özellikle dikkat gösterilmesi gereken bir diğer ayrıntı da yasaların toplumdaki sınıflara göre düzenlenmiş olması(Köle,özgür,tüccar,rahibe hatta fahişe vs..).Gelişmiş olarak tanımladığımız dünya ülkelerinde yürülükte bulunan modern hukuk anlayışı birçok konuda bağdaşmasa ve bugünkü hukukun yanında basit kalsa da,Hammurabi ve önceki kanun koyucuların yasalarının hukukun gelişiminde çok önemli mihenk taşları oldukları aşikardır.İmparatorluğun uzun yıllar süren etkinliğine ve gücüne bakıldığında,Hammurabi’nin koyduğu yasalar kendi dönemlerinde toplumsal düzeni uzunca bir süre sağlamış görünüyor.

25 Eylül 2011 Pazar

Dünyanın Yeni 7 Harikası

            Piramitler,Artemis tapınağı,Rodos heykeli,İskenderiye feneri,Babil’in asma bahçeleri,Zeus heykeli ve Halikarnas mozolesi diye ezbere sayardım küçükken dünyanın yedi harikasını.Bu tip şeyleri bilmenin önemli bir şey olduğunu sanardım.Hoca sordumu bu tip şeyleri tak diye cevap.Sınıftakilerin nereden biliyorsun diyen bakışları bir taraflarımı kaldırırdı tabiJBu tarihsel ayrıntılar sayesinde okul hayatımda basit bir entelektüel saygınlığım olmuştu.

            Vatandaşlık Bilgisi ders kitabında ezberden saydığım bu harika yapıların temsili fotolarını gördüm bir gün.--O zamanlar internetim olmadığı için google’dan merak edilen bir şeyi araştırma olanağı yok.Anca zamanında baban kupon toplayıp ansiklopedi aldıysa.—Kitapta belirtilen bir bilgi mevzubahis yedi harikadan bugüne sadece piramitlerin kaldığı.Güzeller güzeli Babil’in Asma Bahçeleri,devasa Rodos heykeli ve İskenderiye fenerinin yerinde yeller esiyormuş.Antik zamanların bu harikalarını görme şansımız asla olmayacakmış.O zamanlar öğrendiği her şeyi merak edip yerinde görmek(hem gezen,hem okuyan en iyisini bilir arkadaş!) isteyen küçük bünyemi bu bilgi biraz sarsmıştı.Bu eserlerin yıkılmasına neden olanlara büyük nefretle dolmuştum.Doğal afetlere dayanıklı yapamayanlarada.Bak piramitler yerinde durabilmiş arkadaş.Piramitleri uzaylılar mı yaptı?O zamanlardan beri günün birinde bu eserlerin tekrar yapılacağını ümit ettim.Kim bilir belki eski yerlerinde benzerleri tekrar yapılır.

            Dünya üzerinde benim gibi dünyanın yedi harikasını göremeyecek olmanın derin üzüntüsünü yaşamış olan başka insanlar da varmış ki birkaç yıl önce bir grup insan dünyanın yeni 7 harikasını belirlemeye karar vermiş ve hatta internetten bir oylama da yapmışlardı.(Unesco bu yeni harikaları,harikadan saymıyormuş ancak)Ben bu durumu “Hadi Ayasofyayı harika yapalım arkadaşlar” şeklindeki internet kampanyalarından anımsıyorum.O zamanlar Ayasofya’ya oy vererek vatani görevimi de yerine getirmiştim.(Asla internetteki bir oylamada Türklerin lehine olana oy vermemezlik yapmam=)Sanki Ayasofyayı biz yaptık)Elenen adaylar şunlardı:Timbuktu,Mali;Sydney Opera Binası,Avustralya;Stonehenge,İngiltere;Özgürlük Heykeli,ABD;Neuschvanstein,Almanya;Kremlin Sarayı,Rusya;Kiyomizu-dera,Japonya;Ayasofya,Türkiye;Eiffel Kulesi,Fransa;Moai,Paskalya Adası;Angkor,Kamboçya;El Hamra Sarayı,İspanya;Akropolis,Yunanistan.Bu adayları geride bırakıp dünyanın yeni yedi harikası olmaya hak kazanan eserler ise şunlar:Chicken Itza Piramidi,Meksika;Kurtarıcı İsa Heykeli,Brezilya;Çin Seddi,Çin;Machu Pichu,Peru;Petra Antik Kenti,Ürdün;Kolezyum,İtalya;Tac Mahal,Hindistan.Keops Piramidini de unutmayıp onur ödülü vermişler hatta(Yaşam boyu başarı ödülü daha hoş olurmuşJ).Tüm adaylara bakılınca bana adil bir oylama olmuş gibi geldi.Peki eski yedi harika listesi ile mukayese edilebilir mi?Ben bu konuda UNESCO’ya katılıyorum.